Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken,denize telaşla bir şeyler atan birine rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu Kişinin, sahile vurmuş deniz yıldızlarını denize attığını fark eder ve
“Niçin bu deniz yıldızlarını denize atıyorsun ?” diye sorar.
Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi, “Yaşamaları İçin” yanıtını verince, adama şaşkınlıkla:
“İyi ama burada binlerce deniz yıldızı var.Hepsini atmanıza imkan Yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki ?” der.
Yerden bir deniz yıldızı daha alıp denize atan kişi,
“Bak Onun İçin Çok Şey Değişti,” karşılığını verir.
Hadi gelin 2 dakikamızı
ayırıp Empati yapalım, bu resimdeki çocuklardan bir tanesi sizin olsun ya da
hasbelkader o coğrafyada doğduğunuzu hayal edin.
2 dakikasına bile
dayanamayıp hayal kuramadığınız bu sahneler maalesef gerçek vicdanınız
sızladıysa buna da şükür en azından bu sizin iç sesinizin ölmediğini
gösteriyor.
Tüm dünya bu görüntülere
göz yummuşken bizler neler yapıyoruz/ yapabiliyoruz?
Dilerseniz önce biraz
rakamlardan bahsedelim.
Dünya Sağlık Örgütü
verilerine göre, dünyada 2,1 milyar kişi, evinde temiz su olmadığı için
susuzluk çekiyor, susuzluk ve kirli sulardan dolayı ortaya çıkan ishal
nedeniyle her gün 700’den fazla 5 yaşın altındaki çocuk hayatını kaybediyor.
Dünyada 18 yaşının
altında her 5 saniyede bir çocuk ölüyor.
821 milyon insan yetersiz
beslenme ve açlıktan dolayı yaşamını sürdürmeye çalışıyor, yani 821 milyon
insan aç uyumak zorunda kalıyor.
Açlık çekenlerin oranı
%60 kadın %40 erkek bu da az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerdeki
cinsiyet ayrımcılığını gösteriyor.
WHO verilerine göre
dünyadaki 1 milyar yüz milyon sigara kullanıcısının %80 düşük ve orta gelirli
ülkelerde ve her yıl ortalama pasif içiciler dahil tütüne bağlı hastalıktan 7
milyon insan ölüyor Türkiye için bu oran ortalama 130 bin kişi, yani; terör,
cinayet, trafik kazası, iş kazası, korona salgını toplamından daha fazla.
Dünya nüfusunu merak edenler için 7.142.538.918 kişi
190 ülkede yaşamını sürdürdüğü tahmin ediliyor ve tam 10 Türkiye nüfusundan
fazla insan açlık ve sefalet içerisinde yaşamını sürdürüyorken dünya insanları
çılgınlıklardan vaz geçmiyor.
Bu kalabalığın iphone X almak için sıra beklediğini söylesem ne düşünürdünüz?
Alın size günümüzde Korona virüsten yani ölüm
korkusundan bahsedip sokaklara çıkmadığımız bir dönemden öncesi bir kare, çok
değil daha önce unutulanlar gibi Korona da unutulup bu kalabalık günlere geri
döneceğimizi garanti ediyorum ta ki dünyanın sonu gelene kadar.
Bir başka çılgınlık ne yapsam gündemde kalsam çılgınlığı olan yiyecekler.
Bu resimde gördüğünüz 8*8 yaprak altın, takı ya da
yatırım amaçlı değil ne işe yarıyor diye soracak olursanız zengin insanların
çevrelerindeki açlık ve sefaleti görmezden gelip ego ve ihtirasları uğruna
pasta ve yemeklerin içinde misafirlerine servis edip boy, boy paylaşımlar
yapmalarına yarıyor diyebilirim.
Ne demiş Hz. Mevlâna; ey altın sırmalarla süslü
elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi, sonunda sana da dikişsiz
elbiseyi giydirecekler.
‘’Tabi ki o kefen kısmet olursa’’
Bahsi geçen resimlerden bir hayli
çok, bu karede 11.11 çılgınlığından alınmıştır, yani insan her zaman her yerde
arsızlığını, bencilliğini deşifre etmiş biz yerine ben merkezi ile yaşamını
sürdürmeye devam ederken üstüne basıp geçtiklerini hak olarak görmüştür.
Dünya’ da yalnız olmadığımızı bu çılgınlıklarımız ve tüketim alışkanlığımızın sürmesi halinde tükettiğimiz dünyanın eninde sonunda bizden intikam alacağını unutmamamız gerekiyor, o kadar çok hızlı yaşayıp, dünyamızı hızla tüketiyoruz’ ki her fırsatta değindiğim bu dünya bize miras değil ilerideki nesillere iletmemiz gereken emanet olduğunu unutmadan hayatımızı sürdürmeye devam etmeliyiz.
Resim İspanyadan
İnsanların alıştırıp beslediği güvercinlerin perişan halini görmekteyiz, Korona virüsünden dolayı insanlar sokaklara çıkamayınca aç güvercinler ilk gördükleri insanın etrafını sarmışlar eğer çözüm bulunamaz ise dünya için yarın çok geç olabilir.
Dünyamızda iyi insanlarda yok değil alın size harika bir örnek.
Öldüren virüsler değil insanların vurdumduymaz tavırlarıdır.
Hadi gelin 190 ülkenin nüfusuna detayları ile bakalım.
Tam 10 tane Türkiye açlık ve sefalet içinde dünyada yaşamını sürdürmek zorunda kalıyorken birde dünyanın en zenginlerine bakalım, Bloomberg verilerine göre dünyanın 500 zengininin serveti 5 trilyon 900 milyar dolar.
Kim bu 500 zengin? 500 kişiyi elbette yazmayacağım biz
ilk 10 kişi ile yetinelim.
Jeff Bezos – 116 milyar dolar
Bill Gates – 113 milyar dolar
Bernard Arnault – 106 milyar dolar
Warren Buffett – 89.1 milyar dolar
Mark Zuckerberg – 79.4 milyar dolar
Amancio Ortega – 76.6 milyar dolar
Larry Page – 65.2 milyar dolar
Sergey Brin – 63.3 milyar dolar
Charles Koch – 62.1 milyar dolar
Julia Flasher Koch – 62.1 milyar dolar
Hemen Hindistan’a bakalım; Gsyih 1581 $ milli gelir 2 trilyon 73 milyar $ nüfus 1.236.686.732
Rakamlara baktığımızda dünya zenginlerinin teknoloji ile yollarının kesiştiğini görüyoruz lakin ben ısrarla bunun böyle olmadığını düşünüyorum, dünya petrol savaşları sürekli gündemde olmasına rağmen dünyanın sonunun su savaşları ile olacağını ve en değerli şeyin su olacağını savunanlardanım ve biz bu treni’ de maalesef kaçırdık.
Su
söz konusu olunca adaletten söz etmek maalesef imkansız, Sümerlerden bu yana su
konusunda büyük ihtilaflar olmuş ve kazananlar her zaman gücü elinde
bulunduranlar olmuştur, bununla ilgili harika bir ata sözü.
‘’Kimi köprü bulamaz geçmeye, kimi su bulamaz içmeye’’
Enbiya suresi 30. Ayetinde Allah (cc) “İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? hâlâ inanmayacaklar mı?’’ derken aslında Kur’an-ı kerim bir çok ayetinde bize suyun hayatımızdaki önemini çok açık anlatıyor.
Medeniyetlerin gelişmesinde yerleşim yerlerin kurulmasında büyük önem
kazanmış nehirler, göller ve yer altı kaynaklarımız birilerine peşkeş çekilip
satılıyor bunun farkında mısınız? Ben farkında olmayanlar için birkaç örnek vereyim,
Manavgat, Bursa, Sakarya, birkaç örnek Kimlere satıyoruz başta İngiltere,
Almanya, Arap ülkeleri hatta İsrail.
Birleşmiş milletlerin giderek daha fazla temiz suya ihtiyaç duyulduğu gerçeğini gündeme taşımak için 22 Mart 1993 tarihini Dünya su günü olarak ilan ettiğini biliyor muydunuz?
Dünyanın %70’ i su ile kaplı olmasına rağmen bu
suların sadece %2,5 i tatlı su, sıkı durun o %2,5 luk orana kutuplar ve yer
altı suları dahil. Yani şarıl, şarıl akan derelerimiz ileride akmayabilir,
saatlerce altında yıkandığımız banyolarımızdaki musluktan sular akmayabilir.
Bu arada 130 ülkenin sularına talip olup yer altı sularını ambalajlayıp
dünyaya satan firma maalesef bizim su kaynaklarımızda hızla tüketiyor, ambalaj,
işçilik ve navlun maliyetlerinin yüksek olmasına rağmen dünya su pazarının
lideri bu firmanın amacı sizce ne olabilir?
Küresel değişimlerle birlikte temiz içme suyu arz/ talep oranı
önümüzdeki yıllarda ciddi değişimlere uğrayacaktır, insanoğlu suyuna sahip
çıkmazsa su savaşları kaçınılmaz olur, bunu fark eden bazı ülkeler deniz suyunu
arıtmaya başladılar biz ise suyumuzu dünya ülkelerine satmaya devam ediyoruz.
2019 yılında tüm dünyada 760 milyon ton ekmeklik ve makarnalık buğday üretildiği tahmin ediliyor, 2019 yılında hiç olmadığı kadar buğday ithal eden Türkiye’nin tarım süreçlerini gözden geçirmesi aksi durumda 2023 yılından sonra ciddi sorunlarla karşılaşacağı ortadayken kafasını kuma gömen insanların rakamlarla arası iyi olmasa gerek.
Korona virüsün gündeme gelmesiyle birlikte
yiyeceklerimizin ve suyun önemi bir kez daha ortaya çıktı size http://tarimsalistatistik.com
sitesini ziyaret etmenizi tavsiye ediyorum, istatistikleri gördükçe harika
bilgilerin yanı sıra, biz neden fındık gibi ürünleri işleyip satmıyoruz
demekten kendimi alamıyorum.
1980 sonrası Türkiye tarım politikaları ile
yetinemeyenlere 14. yüzyıldan yani Osmanlıdan bu yana derin bir inceleme
yapmalarını öneriyorum, dünya tarım politikaları konusunda birçok makaleye
internet üzerinden açık kaynak olarak ulaşabilmek mümkün benim ısrarla önerim www.dergipark.org.tr
müthiş bilgiler elinizin altında.
Müsaadenizle konuyu toparlayıp son noktayı koyalım,
ölü vicdanlar için yapabileceğimiz çok bir şey olmadığını hepimiz biliyoruz.
Ölüm korkusuna kapılan Dünya liderleri, dün az
gelişmiş ülke halklarının feryadını duymazlarken bu gün ölüm korkusu ile
evlerinden çıkamaz oldular, dünya ekonomisi çöktü, hatta uğruna savaşlar
verilen petrol hiç olmadığı kadar ucuzladı, yarında ne olacağı belirsiz.
Şimdi ne olacak diyenler 14. Yüzyılda ne olduysa yine aynısı olacak, Yaradan müsaade ederse İnsanoğlu bununda üstesinden gelecek ve hayatına devam edecektir, 14. Yüzyılda kara veba yine Çin’ den yayılmış ve 75/200 milyon insanın ölümüne neden olmuştu.
Bu Resim size neyi hatırlatıyor
Bir zamanlar dünya bu kare içinde yaşanan dram
hakkında sessiz kalmıştı.
Şöyle bir düşünün kapınızın önüne koymuş olduğunuz
milyonluk arabanız orada dururken siz evinizde rahat içinde çocuklarınızla
oturabiliyorsunuz.
Oysa adına insan dediğimiz sizinle aynı kaderi
paylaşmayan kişiler sokakta sizin atıklarınızla karınlarını doyurup buna da çok
şükür diyebiliyorlarsa dünya hala bu insanların yüzü suyu hürmetine dönmeye
devam ediyordur kanaatindeyim.
Bu gün Suriye’de dün dünyanın farklı ülkelerinde o
kadar çok masum insan ve çocuk ölürken neden insanlık bu drama sessiz kaldı?
Bu soruyu vicdanlarınıza bırakıyorum, savunma amaçlı
alınan silahlara harcanan paraların insanlığın gelişmesinde kullanılacağı
çocukların açlıktan ölmediği huzur dolu bir dünya sabahına uyanmak ümidiyle.
Aslında insanlar ölümden yada corona virüsünden korkmuyor, yarın ne olacak belirsizliğinden korkuyor, Pazartesi neden işe gitmek zorundayız, bunu bilen ya da işe neden gitmememiz gerektiğini söyleyecek birisi var mı ? Devlet büyüğü çıkıp 14 gün ev izini veriyorum valilik özel izini olmadan kimseyi sokakta görmek istemiyorum deseydi ve aile başı 3 bin TL hesabınıza yatsaydı evden çıkar mıydınız?
Eşit miyiz, eşit olmak istiyor muyuz diye yazmıştım daha öncesinde, aslında konunun özü sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma, malum hepimizin etrafında kadınlar var, siz kızınıza, karınıza, bacınıza yada Annenize yapılmasından hoşnut olmadığınız şeyleri başkasına yapmazsanız zaten yaşadığınız dünya cennet olur.
Manisa’yı sadece Vestel ile gündeme taşımak koca şehre haksızlık olacaktır, Manisa aslında kocaman bir fason şehri, her türlü talaşlı imalat üzerine fason işçiliğin yapıldığı İzmir’ e yakın olması sebebi ile iş ve iş gücünü bünyesinde bulunduran yatırımları üzerine çekip kendisini her gün güncelleyen harika bir şehir.
Tavşan; Nereye gittiğini bilmiyorsan, hangi yoldan
gittiğinin hiçbir önemi yoktur.
Öncelikle amacınızı belirlemeli sonrada çok
çalışmalısınız, hiçbir zaman başarı tesadüf değildir.
Seni Hayallerine ulaştıracak en önemli şey;
‘’CESARETİNDİR’’
Yandex aramalarına karmaşık yol yazdım çıkan cevap,
Bu seferki yazımız biraz karmaşık olsun istedim,
oradan buradan yazalım, içinde lojistik olsun, depo olsun, patron olsun, işini
doğru yapmayan yönetici olsun, sevgili olsun, saha olsun, mesleğimiz gereği
karmaşa olsun, unutmayın kaptan fırtınalı havada belli olur, yoksa 70 lirası
olan her Türk Cumhuriyeti vatandaşına gemi kaptanı belgesi zaten veriyorlar.
Lojistik mesleğine gönlü kaymış olan sevgili gençlerle
konuya başlayalım, bu yola girerken neyi düşünüp yarınınızı nasıl hayal
ettiniz?
Yoksa ismi cazip geldi bende Lojistikçimi olayım
dediniz?
Ya da puanınız hasbelkader bu bölüme mi yetti?
Bir ömür içinde olacağınız bu kıymetli mesleği
bilinçli isteyerek seçmiş olmanız durumunda başarılarınızın daim olacağını
söylemek isterim, başarı merdivenlerine tırmanmak için ihtiyacınız olan şey günün
25 saati ve özveri, gerisi zaten teferruat.
Saat kavramını unutmanız sizin için en hayırlısı
olacaktır, saatle bir işiniz varsa lojistik size göre olmayabilir, durun saat
kavramını unutun derken sevdikleriniz ve kendinize ayıracağınız zamandan
bahsetmiştim, yoksa saat sizin olmazsa olmazlarınızın başında gelir.
Sevgiliniz var ve flört zamanındasınız, malum
sevdiğiniz kişi ilgi ister alaka ister sizi tanımak sizinle zaman geçirmek
ister, mesai saatinin bitimine çok az bir zaman kala kargo şirketinin aracının
gelmediğini düşünün, telefonunuz çalıyor sevgiliniz heyecanlı bir ses tonuyla akşama
sinemaya gidelim mi diye size bir soru yöneltiyor, zaten üretimi 3 gün geçmiş
ve haftanın son günü size sevk edilmek üzere verilmiş o paleti sevk etmekten
başka hedefinizin olmadığı zaman dilimindesiniz.
Ruh haliniz ortada telefonu bir an önce kapatıp
ambarı, sorumluyu, nakliyeciyi birilerini arayıp ‘B’ ‘C’ ‘D’ planını devreye
alıp o paleti aldırıp müşteriye teslim etmekten başka hangi önceliğiniz
olabilir?
İster istemez ses tonunuzdan mütevelli karşınızdaki
kişinin heyecanı bir anda yok oluyor, senin çok işin var işin bitince ara deyip
telefonu kapatıyor, bu en sıradan yaşayacağınız bir örnek vakaydı, düşünün
bakalım ‘çaresizsiniz’ ne yapardınız?
Yapılacak çok bir şeyde yok aslında, sipariş zamanında
açılsaydı, ham madde zamanında temin edilmiş olsaydı, müşteriye teslim zamanı 1
hafta sonraya verilmiş olsaydı, üretimde işini doğru ve zamanında yapmış
olsaydı zaten sorunda kalmamış göbeğinizi kaşıyarak kahvenizi içtiğiniz yerden
teslimatı yaptırıp sevgilinizle akşam sinemaya gitmiş olurdunuz.
Şöyle bir düşünün sorun olmazsa, iyi lojistikçi
olduğunuzu kim nereden bilecek?
İnanın bu sorunlar bir çok şirketin çözüme
kavuşturamadığı genel sorunlar, süreçleri tamamlayan şirketler başarılı
tamamlayamayanlarda başarısız oluyorlar, şikayet sitelerine bir bakın derim
şikayet edilmeyen bir firma karşınıza çıkacak mı?
Biz gerçeklere dönelim, ya kargo şirketi gelip o
paleti alacak ya da siz şirket aracı ile o paleti kargo şirketine götüreceksiniz
bunun başka yolu yordamı yok.
Ölçmezseniz yönetemezsiniz, şirketinizde KPİ soran yoksa
ve bu sorularla muhatap olmuyorsanız parmağınızı çıtlatıp sorunları çözüp günü
kurtarmaya devam edin, herkes tarafından sevilir başarılarınızla öğünürsünüz.
Birkaç tane kilit performans göstergesi yazalım, (KPİ)
Sipariş bekleme süresi siparişin depoya geldiği andan
sevke hazır hale gelmesine kadar geçen süre / birim sipariş kalemi.
Bu ne demek sevk emri/ sipariş depoya geldikten sonra
SKU başına geçen adam saat süresi böyle bir raporlama sisteminiz varsa size
kimse bu ürün neden sevk edilmedi diye soramaz.
Fatura bedeli kdv öncesi navlun maliyeti.
Bu ne demek fatura başına navlun maliyet giderlerinizi
görüp gerekli önlemleri almanızı gerektiren detaylar.
Hadi bir örnek verelim A noktasında üretim yapan 2
farklı firma B noktasına satış yapıyor, tuz üretimi yapan firmanın araç içi kdv
öncesi fatura bedeli 30 bin lira olsun, Televizyon üreten firmanın da araç içi
kdv öncesi fatura bedeli yüz bin lira olsun, şimdi iki firmada B noktasına
yolladıkları ürün için aynı navlun bedelini ödemelerine rağmen navlun
maliyetleri eşit mi?
Elbette hayır, e o zaman mali değeri tuz, soda gibi
ürünleri üreten firmalar üretim yaptıkları bölge dışında rakiplerinle nasıl rekabet
edecekler?
Siz üretim yaptığı bölge yakınına navlun maliyeti
düşük olduğu için sodayı daha ucuz satan firma gördünüz mü?
Sistemsizliğin içerisinde sistem nidaları atarsanız,
karanlıkta bilmem kaç kilometre öteden görünen sigara ışığı gibi göze batar
hedef tahtası haline dönüşürsünüz.
Daha bu bir başlangıç, her bölümün işi öyle ya da
böyle lojistik, depo ile mutlaka kesişir ve hep dakikaların bittiği tahammül
sınırlarının kalmadığı nokta olur, zaman bizim için iki kere hızlı geçer dersek
hiç abartmamış oluruz, siz, siz olun sorunun değil çözümün bir parçası olun
demeyi çok isterdim lakin kurallar yoksa eğildiğiniz kadar başarılı
gösterilirsiniz, böyle olunca da çözümün parçası olmaktan çıkıp görmezden
gelmenin çözüm olmadığı gerçeği ile yüzleşmiş olursunuz.
Birazda şirketlerin yatak odası diye tabir ettiğim
depolarına girelim, 2020 senesi ’de avuçlarımızın içinden akıp gidiyor ve yılın
ilk ayının son günüde bitti birçok şirketteki dostlarla bilgi alışverişi
yapıyoruz, envanterine sahip çıkamayan birçok şirket bu senede olmadı seneye
diyerek 2019 yılını, zararının boyutunu bilmeden kapattı.
Stok devir hızı, stok maliyetleri, kayıp kaçak
oranları, reçetelerin doğru olmaması gibi onlarca sebepten dolayı zarar eden
işletmeler zararlarının farkında değiller.
Sihirli kelimeyi yazıyorum hazır mısınız?
‘’Sistem’’ Gri alanların ortadan kalktığı bir sistem
kurmazsanız başarılıda olamazsınız, iki kefeli bir terazi düşünün dengeyi
kuramazsanız terazinin her zaman bir kefesi aşağıda kalıp sizi yavaşlatacaktır,
yaptığınız işin ekip işi olduğunu düşünüyorsanız en zayıf halkanız kadar
güçlüsünüz lafını unutmadan o zayıf halkanın kuvvetlenmesi için çalışmalarınızı
aralıksız sürdürmelisiniz.
Benim ihtisas alanım depo; hani şirketlerde sürekli
paspas gibi üzerine basılıp geçilen, çalışanlarının değersiz görüldüğü, zaman
kavramının olmadığı kural tanınmayan yer var ya, önüme gelene 25 yıldır
oranın yatak odası olduğunu ahbap çavuş ilişkisi ile yönetilemeyeceğini, depo
yöneticisinin sahada olması gerektiğini, korku ile değil saygı ile yönetilen
depoların şirketlerinin daha çok başarılı olduğunu anlatıyorum.
Sadece depo işleyişini mi anlatıyorum elbette hayır,
maliyet muhasebesini, depo yöneticisinin birden çok şeyi bilmesi gerektiğini,
sürekli kanunlarla işimiz olduğu için kanunları yakından takip etmeyi, en küçük
hatanın ölümle sonuçlanabileceği gerçeğini, karanlık fabrikaları, yalın
üretimi, teknoloji 4.0 nedir, ne işimize yararı, 5S neden üretim yapan
şirketlerde önemli ve fason işleyişini.
Fason işleyişi için çok güzel bir benzetmem vardır.
Elmanız, şekeriniz, boyanız, poşetiniz ve tahtanız
var, bunları birkaç noktadan tedarik edip elmalı şeker yapıyorsunuz peki ham
madde ve stok takibini nasıl yapacaksınız?
Üretim sonu kaydı (ÜSK) doğru şekilde yapılmalı, reçeteleriniz doğru olmalı ki kurduğunuz sistem işlesin, hangi ürünü nereden tedarik ettiğinizin yada elmalı şekeri nerede yatırdığınızın bir önemi yok, müşteri elmalı şeker ile ilgileniyor,gerisi teferruat.
Neyse biz mesleğimize dönelim, çünkü bunlar bizim
gerçekten üzerimize vazife değil.
Zaten anlatıyorum da ne oluyor?
Gri alanlar olduğu sürece benden şu iki benzetmeyi
sürekli duyarsınız.
1-Davul sizde tokmak başkalarında olduğu sürece,
tokmak sahibi istediği zaman davulu çalmak ister, davulu tokmağa götürdüğünüz
sürece sorundan kimse bahsedemez.
2- Eğilmenin sonu yok, istenilen her şeyi istenildiği
zaman diliminde verirseniz kimse sizden şikayetçi olmaz.
Bunları yaptığınız sürece kaybeden tarafın şirketiniz
olacağını sanıyorum biliyorsunuzdur.
Birazdan patronlar neden kötü yöneticilere katlanır,
çalışanın işi, çalışmayanın maaşı neden artar onlara da değineceğim.
2020 yılında stoklarınıza daha fazla önem verip, doğru
zamanda doğru stok yönetimi yaparsanız ve kuralları oyunu kurmadan önce
kurgularsanız şirketiniz sattığından çok daha fazlasını kazanacaktır.
Tarafımdan yaşanan binlerce vakadan birisini hemen
paylaşalım, tedarikçi şirkete aracını gönderir her zaman olduğu üzere 1
forklift 3 personel ile şirketin tüm gelen ürünlerinin alınması, ürünlerin
tasnifi, üretime verilmesi, üretimden gelen ürünlerin stoklanması, sevk
edilecek ürünlerin etiketlenmesi, irsaliye kesilmesi gibi işleri yapmakla
görevli depo bölümü gelen aracı 10 dakika bekletir, birileri telefonla sizi
arar, aracı boşaltmanızı emri vaki söyler hatta hakaret eder ve siz hiç bir şey
yapamazsınız.
Neden mi?
Standartlarınız yoktur, gri alanlarınız çoktur, zamanı
geçmiş bir üretime yetişmesi gereken ürünler gelmiştir ve sevkiyat çoktan
gecikmiştir.
Sonuç olarak ekmeğinizin uğruna sineye çeker yolunuza
devam etmek zorunda kalırsınız, oysa kuralları olan şirketlere mal teslimatı
yapmak için günler evvelinden randevu almanız gerekir ve o randevu saatinden
önce aracınızın orada olmasına rağmen asla o saatte ürünü teslim edemediğiniz
için ambar yetkilileri sizi sürekli aramaları gerekir, aracı bekletseniz
problem malı çekseniz problem çözüm mecburen eğilmek zorunda bırakılırsınız.
Değerinizi siz
belirliyorsunuz, müşteri kaybederim endişesi şirketinizi öyle bir duruma
getiriyor ki adeta Araf’ta kalıyorsunuz.
Sahi şirketlerde depolar neden Araf ta?
Öncelikle Araf neydi ona bakalım, Kısaca özeti arada kalmak diyelim ve yazımıza devam edelim.
Bunun cevabını anlamak
için önce bir patronun çarığını giyip biraz yürüyelim bakalım, çarık ayağımıza
bol mu gelecek, yoksa ayağımızı vuracak, yürümekten mi vaz geçeceğiz, yoksa
ayağımızın su toplamasına rağmen yolumuza devam mı edeceğiz?
Patron diye tabir edilen
insanlar neden paralarını risk edip, emek harcayarak şirket kurarlar?
Şirket kurmak için yola
çıkan yatırımcılar farklı alanlarda hizmete talip olabilirler, lakin ortak
noktada buluştukları tek gayeleri vardır oda kar etmek.
Şirketin hangi bölümünde
ne pozisyonda olursanız olun işletmeye değer katmıyorsanız işletme içerisindeki
varlığınız eninde sonunda sorgulanıp sonuçlarına katlanacağınız durumla
karşılaşmanız kaçınılmaz olur.
En önemli maliyetlerden
bir tanesi stok bir tanesi insan diğeri lojistik giderleridir, müşteri yani
hizmeti satın alan bizler ürüne ne kadar para ödersek ödeyelim o navlun parası
diye tabir ettiğimiz ücreti hiç ödemek istemeyiz.
İşini bilen iş profesyonelleri
(Pazarlamacılar) şu kadar ürün alırsanız kargo ücreti bedava diye size cazip
tekliflerle gelseler’ de işin aslı vergiler dâhil tüm maliyetler müşterinin
yani nihai ürünü alan bizlerin cebinden çıkmak durumundadır, asla unutmayın
bedava peynir sadece fare kapanında olur…
Siz fark edersiniz etmezsiniz tamamen sizlere
kalmış…
Birazda satın alma
bölümünü ele alalım.
Satın Alma aslında
uzmanlık gerektiren çok kapsamlı bir iş, şirketlerin tüm satın almalarını bir
birime yaptırdığınızda farkında olmadan şirketi ya da diğer değimle müşteriyi
zarara uğratmış olursunuz.
Lojistik için hizmet
satın alma işini yapan kişiler işin içinden gelen, maliyet hesaplaması
yapabilecek, ürün fiyatının % kaçını Lojistik hizmetleri için ayrılacağını,
ürünün hangi bölgeye kiminle sevk edileceğini, hangi ürünün hangi şartlarla
sevk edileceğini çok iyi biliyor ve analiz ediyor olması gerekmekte.
Hani demiştim ya
patronlar neden kötü yöneticilere katlanır bunu henüz çözebilmiş değilim, patronunuz
çok iyi bir insan olabilir lakin o işletmenin ayakta kalabilmesi ve sonraki
kuşaklara aktarılması için patronunuzun iyi bir insan olmasının yanında gemiye
çok iyi yön verebilme kabiliyetinde olması ve en önemlisi adil olması
gerekmektedir, yanlı bir patron iyi bir insan olmasına rağmen işleri iyi
yönetemediği için şirket eninde sonunda zarar etmeye mahkumdur, zarar eden bir
işletmeyi kim ne yapsın?
1950 yılından sonra
kurulan şirketlerin çoğu büyük arsalara sahip marka değerleri olan holdingler
olmalarına rağmen, aile şirketleri olmalarından dolayı iç dinamikleri köy
bakkalı tadından öteye gidememiştir, patronlar bu günkü bilgi deneyim ve
birikimlere şirketlerini kurdukları zaman sahip olsalardı şimdiki Türkiye zaten
bu durumda olmazdı.
Patronlar neden kötü
yöneticilere katlanırlar sorusunun cevabı da aslında burada saklı diyebiliriz,
kansere dönüşmüş personel, patron ilişkileri şirketleri her zaman yavaşlatmakta
patronlar radikal kararlar alıp kanserli hücreyi bedenden ayırmak
mecburiyetindeler yoksa yarınlarımızın dünümüzden farkı olmaz.
Hadi konuyu toparlayalım,
*Ne iş yaparsanız yapın
mutlaka hedefiniz olmalı.
*Kurallarınız olmalı ve
vicdan terazinizi dengede tutmalısınız.
*Yaptığınız iş için
mutlaka eğitim almalısınız.
*Analiz kabiliyetlerinizi
geliştirip hızlı aksiyonlar almalısınız.
*Sorumluluk alıp
verdiğiniz kararların arkasında durmalısınız.
Nihayetinde her insanın
işletme sahibi olması beklenemez, ama her işletme sahibinin adil bir yönetici
olması beklenilir, yönetici ile idareci arasında ciddi farklar vardır, yönetici
sorunları önceden sezip bertaraf eden bilgi birikim ve deneyimlerini sahaya yansıtıp
biz olmayı başaran kişilere denilirken, idareci kapısına her geleni dinleyip
insanları ön yargıları ile yönetip çıkan sorunlarda bir kenara çekilip
sorunların bitmesi için herkese şirin gözüken kişiye denilir.
Asla unutmayın açık
denizlerde rüzgârın nereden estiğinin önemi yoktur önemli olan yelkene rüzgârı
nereden alacağınızdır, zaten yelkene yön verende rüzgâr değil geminin
kaptanıdır.
Şirket içindeki Ego şirketlerin gelişememesinde en önemli faktörlerden birisidir, yönetici ile lider arasındaki en büyük fark saha farkıdır, depo ve tedarik zinciri masa başından yönetilemez.
Bu yüzden şirketlerin depoları yatak odaları kadar ‘’mahrem’’ her an şirketin gücünü göstermek üzere misafir ağırlayacağı toplantı salonları kadar hassas ve düzenli olmalıdır.
2019 yılının son günlerine geldik 365 günü daha acısı ile tatlısı ile geride bıraktığımız zaman diliminde giden yılın ardından mı yoksa gelen yıl için mi kutlama yapılır bunu kimse bilemezken, Geçmiş yıllarımızın muhasebesini yaparsak geleceğe daha sağlam adımlarla yürüyebiliriz kanaatindeyim.